Tenisin dünyada tarihi gelişimi

Tenis düzgün ve sert bir zemin üzerinde tokaç biçiminde raket denen bir araç ile keçe kaplanmış bir topa vurularak sahanın tam ortasına yerleştirilmiş 91 cm. yüksekliğindeki bir filenin üzerinden aşırtılarak oynanan sportif bir oyundur. Tenis sahası yaklaşık olarak 8.23 x 23.77 m. boyutlarında bir dikdörtgen şeklindedir.

Bu günkü tenise gelebilmek 100 seneye yakın bir zaman geçmesi gerekmiştir. İngiliz Albay C. Wingfield (1873) raket ve topla oynanan ve adına ‘Sphairistike’ (Yunanca oynamak) denen bir oyunun patentini aldığı zaman bugünkü tenisi hayal ettiği söylenemez. Çünkü 1873’te Wingfield’in patentini almaya çalıştığı tenisin oynandığı alan kum saati benzeri bir biçimdeydi. Yani ortası çok ince uçlara doğru ise çok geniş idi.

Bu oyunun 1874’te Amerika ve Avustralya’ya atladığı ve 1875’te de tüm dünyada aynı ölçü ve standartta raket ve toplarla oynanmaya başladı. Wimbledon bu nedenle modern tenisin anası olmuştur. ABD’de işin öncülüğünü bayan M.A. Outerbridge ve onun arkasında bugün hala bayan tenisçiler dünya birinciliği demek olan Whiteman kupası sahibi bayan Whiteman yapmışlardır.

1873’te Wingfield “Sphairistike” dediği bu oyun ilhamını nereden almıştı. “Tenis” adı nereden geldi? Bu gibi sorular günümüzde tenis sporu yapan 130 hatta 140 milyon insanın merak ettiği konulardır. Bunları öğrenebildiğimiz kadarı ile aşağıdaki gibi özetleyebiliriz.

Tenisin adı Wingfield’in 1800’lü senelerde Fransız saraylarının soylularca oynanan oyunundan aldığı sanılır. O zamanlar saraylarda kralların oynadığı bu oyuna başlanırken Fransızca “Al” anlamına gelen “Tennez” diye seslendikleri biliniyor. Tenis kelimesinin bu “tennez” sözcüğünden gelmesi mümkündür. Ancak Fransız saraylarında raket ve içi yünle doldurulmuş deriden yapılma toplarla oynanan oyuna “Jeu de Pomme” (avuç içi oyunu) veya “patates” diyorlardı.

Rivayete göre 17. ve 18. Y.Y.’larda krallar bu oyunu öylesine heyecanlı oynarlarmış ki iki Fransız kralı oyun esnasında kortta düşüp ölmüşler. İngiliz kralı 8. Charles’ın da bu oyunun hastası olduğu söylenir . Bir başka varsayıma göre, çok değişik kurallarla oynanmasına karşı oyun, iki kralı canlarından edecek kadar yorucudur. Direnebilme yarışı biçiminde iddialarla başlayan maçlar sonradan dayanıklılık, dirençlilik yarışmasına dönüşmüştür.

İngilizce’de dayanıklılık anlamına gelen “Tennasity” sözcüğü, bugünkü tenis adının kaynağı olarak piknik yerleri ve parklarda doğmuştur. Günümüzde bile bazı, iddialı tenisçiler, “senin leşini korda sereceğim” diye argo yapmaktadırlar. Bu gün tenis (tenacity:dirençlilik) adının bu iki ihtimalden birinden geldiği kabul edilmektedir. Bir çok tenis araştırmacısı tenisin Ortaçağda Avrupa’da, özellikle Fransa’da oynandığını ittifakla söyler ve yazarlar.

Günümüzde dahi verilen adlar hep aynıdır. İngilizce’de forehand ve backhand; Fransızca’da coup dro it ve coup revers; Almanca’da fürhand ve riickhand ve Türkçe’de ( 1983’ten bu yana Marmara Üniversitesi Beden Eğitimi Bölümünde) elönü ve elarkası vuruşlar şeklinde adlandırılmışlardır.

Tenis oyunu belirgin olarak 18. ve 19. y.y.’da görülmeden önce halk kütleleri arasında Ortadoğu, Mısır ve Yunanistan’dan gelme olan basebalel ya da kriket benzeri bir sopa-top (çelik-çomak) oyunu olarak oynanıyordu. (12. ve 13. y.y.’ı kapsayan bu dönemden önce ise İran, Mısır ve Yunanistan’da ortaya gerilmiş ipin üzerinden aşırtmak üzere atılan deri toplara elle vurulduğu bilinmektedir.

Tenis el ile oynanan bu oyundan doğmuş olabilir. Yani, çoğunlukla vuruşlara hep “El” sözcüğü girdiğine göre, tenis önceleri el ile oynanan bir oyundan doğmuş olmalıdır. Toplara el ile vurmak can acıtıcı olmalı idi. Tokaç, eskiden beri bilinen bir halı dövücü idi. Eli bu işkenceden kurtarmak için geniş yüzlü sopalara ve raketlere geçmek çok zaman almadı. Tenisin sayı sayma işlemi de diğer sporlarınkinden farklıdır.

Kazanılan sayılar, voleybol ya da masa tenisi gibi 1,2,3,4 diye gitmek. “15,30,40” ve oyun diye gider. Bir araştırmacı sistemin bir tür bilye oyunundan kaynaklandığını öne sürerken oyun sayısıyla kazanılan vuruş sayılarının karış maması için böyle yapıldığını iddia eder. Ancak ilk düzenli tenis turnuva sı olan 1878 Wimbledon şampiyonası sırasında müsabaka kuralları yazılırken kazanılan vuruşlar için “15,30,40” ve oyun” kuralına yukarıdakine benzer bir gerekçe, dip not olarak eklenmiştir. Demek ki tenis bu sayılarla oynana gelmiştir. Bugün yalnız tie-break’te “1,2,3,…. diye sayılır.

Nitekim hiç vuruş kazanamamış oyuncunun sayısı da “sıfır” olarak ilan edilmez. “Hiç” ya da “yok” anlamına “love” denile gelmiştir. Çek tenisi kurucusu Dr. J. Hohm, Tennis adlı kitabında özetle şöyle bir tarihçe yazar. “Küçük bir topa, elle ya da sonraları tokaç gibi, raket denilen bir araçla vurularak oynanan bu oyuna, Romalılar döneminde “Trigon” denirdi. 11. y.y.’da İtalya’da üçer ya da dörder kişi ile oynanan “Giocco del pallone” hayli yaygın bir oyundu.

Bugünkü squash’a benzer bir biçimde duvarlarla çevrili bir alanda duvarlarda kullanarak oynanırdı. Topa el ile yada eldivenli el ile vuruluyordu. Top incir çekirdeği doldurulmuş bir kese idi. Sonra eldiven, yerini bir tokaca bıraktı. Benzer oyun 11. y.y.’da “Juego de pelota” adı ile İspanya’da oynanmaktaydı. Bu gün Bask milli parkında o dönemlerden kalma bir kort hala muhafaza edilmektedir.

Oyuncu sayısı duvarla çevrili alanın büyüklüğüne göre değişir ve alan bir ağ ile ortadan ikiye bölünüyordu. “Pelota” adı İtalyanca’da “Palone” adından kaynaklanıyordu. Bu gün, İngilizce’deki “Ball”, Fransızca ve Almanca’daki “Balle” ile muhtemel dilimizdeki “Balon” sözcüğü de buradan gelmiş olmalı.

Oyun dört altı kişilik iki takım 60 m. x 16 m. boyutlarında bir alanda oynanırdı. Kortun etrafı 2 m. dışından 9 m. yükseklikteki bir duvar ile çevriliydi. Dip çizgisi duvarda olup yerden 80 cm. yukarıda, servis çizgisi ise alanın 16-20 m. içinde idi. Oyuncular topu duvara çarptırır, rakip takımda bu topu düşürmeden tutmaya çalışırdı. Topu yere düşüren takım sayı kaybeder ve oyun 60 sayı üzerinden oynanırdı. Duvarda 80 cm. yüksekliğe çarpan topun 16-20 m. uzaktan atılmış olması gerekirdi.

Bugün hala yaygın olarak Güney Amerika kaynaklı La Cross buna benzer bir oyundur. 14. y.y.’da elin içi ile topa vurularak oynanan “Jeu de Paume = Palm Game” Fransa’da çok yaygındı. Saraydan halka hızla yayılan bu el tenisi önceleri 10×30 m.lik kapalı salonlarda oynanırdı. Sonraları yanlardaki sektirme duvarları kaldırılıp açık havaya çıkarıldı. Alan önceleri ortadan çizgi, daha sonraları ağ ile ayrılıp duvardan top sektirme de unutuldu. Ama günümüzde skuaş adlı oyun ile yeniden oynanır hale geldi.

Sayı sistemine gelişi ise şöyle:

Önceleri bir maç 24 oyundan oluşuyordu. Çünkü batıda düzinenin katları ile sayma tarihsel bir tercihtir. Sonra bir saat 60 dakika olduğuna göre kazanılan sayıların, kazanılan sayı toplamında 60’ın esas alınmasına neden oldu. 60 ‘ı 4 ‘e bölünce her sayı 15 değerinde hesaplanmış “15, 30, 45 ve 60 = bir oyundur” denmiş. Ne var ki, üçer sayı kazanan iki rakip 45-45 olunca iş çatallaşmış, çünkü, bir oyun kazanmak için rakipler iki sayılır farkta olmalı idiler. Toplam sayı 75’e yükseltildiğinde 60 dakika hesabını bozmuş olu yordu. Bu rahatsızlığı bozmak için “15,30,40, ileride ve oyun kuralı getirilmiş ve 24 oyun önce 12’ye sonra da altı oyuna indirilerek 18 y.y.’a gelindi.

Bugünkü tenis kuralları, 1890’lara doğru İngiltere’de yapılan müsabakalar ile oluşmaya başladı. Top, raket ve diğer malzemelerin gelişmeleri ve Wimbledon, Rolan Garros, New York, Sidney’de grand salon turnuvaları ile odaklanarak 1960’lara doğru Jack Kramer (Amerikalı, eski Wimbledon şampiyonu) öncülüğü ile ATP (Association of Tennis Professional) kuruldu ve tenis bu günkü düzene ulaştı.